28 Eki 2008

Özgürlüğüm,merhaba...

Uzun bir yola çıkmayı düşünüyorum.
Sağı solu yeşil çimen,üzerimde benimle ilerleyebilecek kadar hızlı bulutlar ve hayatın dönemeçlerinden uzak,upuzun,dümdüz bir yola...
Hava her zaman sevdiğimin aksine yağışlı olmasın bu defa,sıcak nescafeme sıcacık bir güneş ışığı eşlik etsin.Camlarıma yağmur damlaları düşmesin,siliceklerim geçen sefer ki gibi olabildiğince hızlı çalışmasın,göz gözü görmeyecek gibi sisli olmasın önüm,içime yağmasın ve bu defa aklımın sınırlarında dolaşmasın.
DİKKAT bu özgürlüğe yolculuktur bir nevi!Işık istemiyorum yolumda,kırmızıyı görsemde durmayacağım çünkü durmaktan sıkıldım.Ayağım hep gazda,arada kaçamaklar yapacak konumda dursun.Ama asla şaşmasın yolundan,kontrollü olsun,bırakmasın elinden ve aynı zamanda da heyecanı bedeninden.
Radyom açık Boney-M/Rivers of Babylon...
İçimde uzun bir zamana yayacağım huzur ve nereye gittiğini önemsemeden yoluna devam eden ruhumla yola çıktım artık.Gideceğim yere varana kadar durmak yok,mola vermek için belki... Ona da sebep acıkan benzin depomun sinyalleri...
Elim bir an istem dışı uzanıveriyor yan koltuğa,koltukta bir zarf,zarfın içinde bir resim,resmin arkasında bir yazı;''Sensiz asla''...
Hayır bu defa elveda deyip,ardımda bıraktığım yolun ortasında ki sarı şeritlere atıyorum resmi hızlıca.Yüzüme bir gülümseme oturuyor belli belirsiz ve dudaklarımdan çıkan sadece iki kelime;
''özgürlüğüm MERHABA''...

16 Eki 2008

Sıradan bir günün sıradan bir sabahı...

Sıradan bir sabahta,sıradan gelebilecek kadar soğuk bir nescafe ile perdelerini açtı bu güne...Çocukluk yıllarında kokusundan nefret ettiği karnıbaharı oğlu için pişiriyordu şu sıralar ki artık kendide çok seviyordu karnıbaharın her çeşidini.Aklına hamilelik döneminde hemen hemen hergün karnıbahar yediği geldi,gülümsedi.Birşey ifade eden aynı zamanda da etmemeye doğru yol alan bir müzik açtı bir de metin belgesi yazmak istediklerine dair.O kadar fazla şey vardı ki kelimelerle buluşturmak istediği,yazdı sildi,yazdı sildi.Bir türlü toparlayamadı,bir türlü aklındakileri sözcüklere giydiremedi.Oysa iyi bir kelime oyuncusu olduğunu düşünüyordu ama demek ki yetmiyordu bazı zamanlar...
Son sildiği yazının ardından bir mail geldi,kimin gönderdiğini görünce ise ister istemez gülümsedi.Varlığı artık birşey yapmadan gülümsetebilen nadir şeylerdendi ne de olsa.Maili açtı ve iki resim gördü ard arda;
''bır kac metre önunu goremeyecek kadar sisli bir sabah..ve ıslak..sımdı elıfımı bırakıp geldım. beraber kahvaltı edelım dedım..bır fıncan cay alıcam sımdı. nedensız pozıtıf olmayı sevıyorum. pozıtıf olmaya zorluyorum bugun kendımı ve nasıl dusunur ıstersem oyle olacak bılıyorum..su anda turuncusun..ben yesıl.. hala msn problemın varmı? bu sabaha bıde sarkı lazım..bı dusuneyım.''
Hem gülümsedi bu kez,hemde gözleri doldu aynı anda.Duygusal moddaydıda haberi mi yoktu acaba?
''Günaydın:)Muhteşem bir kahvaltı hazırlamışsın,teşekkür ediyorum.Ben kahvemi yeni bitirdim ama şimdi bir tane daha alabilirim sanırım.Nasıl düşünürsen öyle olur tabii,pozitif düşün pozitif ol.Gerçi ben seni herhalinle seviyorum:)Şuanda yeşil oldum ve sen turuncusun:)Msn problemim yok ve kamufle değilim,merkez-arka sokak arası gezinip duruyorum...''
......
Merkezde sohbete başladık her sabah olduğu gibi ve bu sabahların çoğunda yer alan gülme ikonlarının hakim olduğu bir hava esiyor yazılarda.Bir blog daha açmaya karar verdik konuşurken,günlük ruh halimizi anlatabileceğimiz,yorumlayabileceğimiz,biraz daha kişisel,biraz daha bize ait ve ortak açacağımız ikinci bir blog.Bu gidişle ortak yanlarımızın yanına,bir de ortak bloglarımızı ekleyeceğiz hızla.
Beyaz bir arka fon ve geniş yazı,hareketli duracak bir banner,turuncu ve pembeden uzak ama yeşilde olmayan (''yeşili sevmiyorum ama sen seviyorsun değil mi'' dediğim de,''yeşili tek başına sevmiyorum bende ama turuncu ile yanyana durunca seviyorum,demek ki illa direk birşeyi sevmek gerekmiyor,başka bir kişi ya da nedenden dolayıda sevilebiliyor'' diye bir yanıt aldım,güldük:)),hatta benim yazılarımı pembe tonlarında,O'nun ise turuncu tonlarda yazacağı vs vs vs....bir blog açmayı planlıyoruz işte:)Bakalım,en kısa zamanda inşallah.
Sıradan bir günün sıradan bir sabahından şimdilik bu kadar.
Makinada beni bekleyen yıkanmış çamaşırlarım ve kaynaya kaynaya bitmek üzere olan bir nescafe suyum var.
Herkes için güzel bir gün diliyorum.
Sevgiler...

13 Eki 2008

Nereye?

Bazı şeyleri anlamlandıramadığı zamanlarda öyle bakardı masum masum etrafına.Yine olanlardan bi haberdi ve sormak içinde henüz erkendi.Sormak istesede neyi nasıl soracağını kestiremedi o küçük aklıyla.Karışıktı bazı dialoglar ve aslında netleşmemesini diliyordu sadece.Saçları uzundu,üzerinde askılı pijaması vardı,her akşam olduğu gibi annesi yine taramıştı saçlarını yatmadan...Ertesi gün bir yolculuğa çıkacaklarını biliyordu ama nereye ya da kime gideceklerini söylememişti annesi.Tek söylediği babasının yanlarında olmayacağı ve bir süre yanlız kalmaları gerektiğiydi.Son zamanlarda ki karmaşıklıktan pek bir şey çıkaramasada aklında kurabildi safça bir kaç cümle.Gidiyorlardı ve bitiyorlardı bu üçlü sevgide.
Ertesi sabah durgun bakışlarla baktı babasına ve yanına gidip içli içli sarıldı.Neden diye bir kelimenin varlığından habersiz soru dolu bakışlarla gözlerini çevirdi annesine ve hiç soramadığı şeyi,artık farkında olduğunun bilinci ile sordu.
-Anne,nereye?
..........
Bir kadın var ev sınırlarında dolaşan.Birşeyler arıyor odalarda,bakınıyor,kaybettiği şeyin kendisi olduğunu bilmeden dolaşıyor.Sadece süliet olarak birine çarpıyor gözleri ve göz bebekleri büyüyor o anda,yabancı cisim diyor beyni,algılamakta zorlanıyor,arkasını dönüyor.Yukarıya doğru yöneliyor,birşeylere yetişmek istercesine ikişer ikişer çıkıyor merdivenleri.Merdivenin sonunda ki kapıdan geliyor ses;
-anne artık yatmıyor muyum?
Kapıdan girip,dakikalardır aradığı sevecenliği birden buluveriyor masum gözlerde ve yüzüne giydiriyor.Usulca,sıcacık bir gülümsemeyle;
-yatıyorsun tatlım,saçlarını tarayalım önce.Yarın ki giyeceklerini hazırladın mı?Erken çıkacağız biliyorsun.
-hazırladım...
diyebiliyor sadece ama hazırladım dedikten sonra babasına dair sormak istediklerini dile getiremiyor,cesaret edemiyor ve nedeni açıklanmayan cümlelerden bir kez daha nefret ediyor.Gözlerini düşüncelere kapatıyor ve aklında ancak birkaç cümleyi birleştirebiliyor.Anne,nereye?
.........
Televizyonun karşısındaki koltukta elinde bir fincan kahvesiyle ekrana bakıyor.Sorsanız ne izlediğini bilmez,ne konuşulduğundan bihaber.Aklı olanlarda,olacaklarda,kızında,yarında,yarınlarında...Tam mutfağa gitmek için doğrulacak oluyor,kafasını çevirdiği an göz göze geliyor bir ömür dediği kadınla.Saniyeler sürmüyor tekrar ayrılması gözlerinin ve o an ikisinin içinde de şimşekler çakıyor.Tekrar yerleşiyor oturduğu koltuğa.O yatmadan kalkmak;koridorda ya da sınırların herhangi bir yerlerinde karşılaşmak istemiyor yoğun bir istekle.Uyuyakalıyor düşünürken ve sabahın ilk ışıklarına açıyor hiç açmak istemediği gözlerini...
Saatler sonra kızına sarılıyor,içinden gitme diyor.Gözyaşları iniyor yanaklarına.Derin bir iç çekiyor ve koparıyor kollarını o çok sevdiği küçük omuzlardan.
Ardından bakıyor...
Bir sonra ki sarılışı beklemeye başlıyor.
........

(Öykü Atölyesi'nin Fotoğrafın Dili çalışması için yazılmıştır.)

10 Eki 2008

Aşk bu,geçer...

Geçtiğimiz haftalarda mail kutuma Berrin tarafından gelen,okuduğumda çok beğendiğim bu yazıyı paylaşmak istedim bugün...Sabahtan beri orta şekerli bir ruh halindeyken,bir noktadan sonra neşem yerine geldi tekrar.Girintili çıkıntılı,mutlu mutsuz,duygulu duygusuz muhabbetler ard arda yaşandı bugün ve sesli&çok sesli gülme konusunda çığır açtık:)Hele bir konu oldu ki yıkıldık resmen:)Rafet El Roman&Yusuf Güney düeti ile seslendirilen Aşk-ı Virane parçasıydı konumuz ve zaten kendisi son günlerde ki takıntımız.Gökçe Kırgız'ı zorlayacak gibi duruyor bu gidişle:)(Bu şarkının ilk çıkış muhabbetini buradan okuyabilirsiniz.)Gelelim paylaşacağım yazıya;

''Bayılıyorum Yabancı Damat'a... Cuma geceleri istiyorum ki hiçbir işim olmasın, iki sevdiğim diziyi arka arkaya izleyebileyim. Ama çoğu zaman bölük pörçük yakalayabiliyorum.
Geçen bölümde Yunan damat (Özgür Çevik) ile Antep kızı'nın (Nehir Erdoğan) nişanında bir patırtı koptu ki...
Yok "Helen kültürü Anadolu kültürünün üzerindedir",yok "düğün kilisede olacak", yok "Ensenizin arkasını görünce olur o düğün kilisede", yok " Atina'da oturacaklar",yok "Antep'te kalacaklar" derken nişan oldu bitti...
Gülümseyerek izlediğim dizinin sonunda yıllar önce benzer bir durum yüzünden çok sevdiği kız arkadaşından aynlmak zorunda kalan Süryani bir arkadaşım geldi aklıma...
Bir Türk kızını sevebilirdi ama asla evlenemezdi...
Nitekim bir kızı çok sevdi.
Her konuda anlaşıyorlardı ama arkadaşımızın ailesine ve törelerine karşı gelmeye gücü yoktu. Kendi toplumundan ve dininden biriyle evlenmek zorundaydı.
Ama birbirlerini o kadar çok seviyorlardı ki, üç yıl kadar saklı gizli yaşadılar beraberliklerini. Üç yılın sonunda bir karar vermesini istedi kız arkadaşı.
Severek ayrılmanın ne olduğunu sanınm onların ağrılı günlerinde anladık. Ne çok ağladı ikisi de...
Açıkçası hepimiz kız tarafı olmuştuk bir anda. Güçsüz olmakla suçluyorduk arkadaşımızı.
"Bir daha kimseyi sevmeyeceğim ama onunla evlenemem" dedi bize...
"Bunu yapamam. Ailemin tek çocuğuyum ve onları yıkamanı. Hem aşk dediğiniz nedir ki, geçecektir"
Orada sustuk..
Belki kendini teselli ediyordu, belki haklıydı, belki yanlıştı...
O gece o bunu söylediğinde sustuk kaldık.
O kalktıktan sonra "Kadınlar aşkta daha cesur" dedim. "Off" dedi eşim. "Sen de hep aynı şeyi söyler durursun. Nereden biliyorsun, nereden çıkarıyorsun bunu yahu?"
"E, baksana kızcağız ondan daha yürekliydi. Kendi ailesini karşısına almaya, onun ailesiyle mücadele etmeye hazırdı" dedim.
Derken evlenseler bile yaşayacakları zorlukların o ilişkiyi zaten paçavraya çevireceğinden, kadının yaşadıklarını erkeğin burnundan getireceğinden, iki toplum arasındaki farkların o evlilikte daima bir diken olacağından konuşuldu.
Doğru, belki de zaman içinde unuturlardı.
***
İmkansız aşklar, filmler, diziler, şarkılar için var olmalıydı. Kavuşulmuş, vuslata erilmiş tüm beraberlikler eskimeye, sıradanlaşmaya mahkumdu.
Belki bu kadar tutkuyla sevmelerinin nedeni başından beri kavuşmayacaklarını biliyor olmalarıydı.
Birer yasak elma vardı ellerinde. Küçük küçük kemirerek, lezzetinin tadına varmalarıydı aşklarını bu kadar farklı kılan.
Aradan bir zaman geçti.
Arkadaşımız evlenmedi. Bir kaç kız arkadaşı daha oldu. Kısa süreli, yüzeysel... Duyduk ki, o çok sevdiği Türk kızı evlenmek üzereymiş.
Geçen yaz, bir akşam konusu açıldı.
"Seninki evleniyormuş" dedi masadaki bir arkadaşımız.
Bir an, ama bir an bakakaldı.
Sonra sanki hiç böyle bir cümle kurulmamış gibi, sanki ona "dün gece televizyonda ne izledin" ya da "şuradan tuzluğu uzatır mısın" gibi sıradan bir soru sorulmuş da, o hiç duymamış gibi bardağına uzandı...
***
"Geçmiş" dedim dudağımın arasından...
"Hayır" dedi eşim. "Kanıyor..."

......
Şimdi boş bir sokakta,ışıkların altında ıslanmak ve ıslanan saçlarımı kurulamak istiyorum nedense...Oysa hiç sevmem saçlarımı kurulamayı.Nedensiz ve aslında nedeni yüklenmemiş.
.....
Herkese güzel bir haftasonu diliyorum...

8 Eki 2008

Gece,yağmur ve bir bardak kahve eşliğinde...

Bir adreste pembe bir sayfa ve sayfaya bağlı satırlar.O satırların bir diliminde kahkaha,neşe,dolanbaçlı cümleler ve kocaman bir gülümseme...
Dakikaları keyifli,dakikaları özel,dakikaları mutluluk dolu ve saniyeleri ışık hızında akıp gider.
Yine ve yine ve yine yaşanır o geceler.Her defasında ayrı tat bırakır,her defasında başka başka kelimeler...
Çiseleyen bir yağmur,noktalanmaya ramak kalan gece ve bir bardak kahve eşliğinde,biraz mutlu,biraz duygulu ve benden kalan son kelime ile
GÜLE GÜLE...