23 Eyl 2010

En Son Yürekler Ölür / Canan Tan

Okumaktan inanılmaz keyif aldığım,elimden bırakmak istemediğim,bir alışveriş esnasında aklımda olan başka bir kitap ismi ile raflara yöneldiğim ve sonucunda bu kitap ile kasaya gittiğim için ''iyi ki'' dediğim,Canan Tan kitaplarından oldu En Son Yürekler Ölür...

Aşk ile başlayan kitaplardan etkilenmişimdir hep.Farklı bir okuma isteği doğuruyor içimde.İnişlerinde çıkışlarında duyduğum heyecanı tarif etmek imkansız.Bu duygu yoğunluğuyla bir çırpıda bitirdiğim kitaptan hoşuma giden birkaç yeri paylaşmak istiyorum;
''Şeytan yanlızca sunar,insan isterse seçer!....'' syf.11
''Şartlar ne olursa olsun gülümseyeceksiniz!Gülümsemeye zorlayacaksınız kendinizi...'' syf.23
''...Ruha ve bedene ulaşmış kirlilikleri en iyi arıtanın ''yağmur'' olduğuna inananlardan o.'' syf.37
''Cinsiyet konusunun ise üzerinde durmaya bile değmezdi.Tamamdı,dostların cinsiyeti olabilirdi ama dostluklar cinsiyetsizdi.Önemli olan da buydu zaten.'' syf.122

Ve bir hikaye anlatılıyor kitap içerisinde Ölüdeniz'in hikayesi,ne kadar gerçek ne kadar değil bilemem ama işte kitabın baş bay ve bayan kahramanlarından Deniz ve Nehir'in tatilleri esnasında gözlemeci kadından dinledikleri ve benim bir hayli etkilendiğim Ölüdeniz hikayesi;
''Ortaçağda Suriye ve Mısır'dan kalkan gemiler Yunanistan ve Oniki Adalar'a mal taşırken buradan geçerlermiş.Gemileri için gerekli olan suyu da bu koylardan alırlarmış.Günlerden birgün,suyu biten teknelerden birinin yaşlı kaptanının genç ve yakışıklı oğlu,su almak için geldiği bugünkü Belcekız Koyu'nda,güzeller güzeli Belce Kız ile tanışır.O kadar güzeldir ki Belcekız,genç kaptan görür görmez aşık olur bu Yörük kızına.Belcekız'ın içi de bir hoş olmuştur genç kaptanı görünce.O günden sonra,koyu çepçevre saran dağların yamaçlarında,genç kaptanın gelişini özlemle bekler Yörük kızı.Genç kaptan,su alma bahanesiyle koya geldikçe sık sık buluşurlar.Bir gün,baba-oğul iki kaptan,bu koyun açıklarında fırtınaya tutulurlar.Genç kaptan,Belcekız'la buluşmalarından,bu koyun tüm özelliklerini bilir.Dağların arasında rüzgarsız kapalı bir küçük koyun daha olduğunu,oraya sığınabileceklerini söyler babasına.Ancak oğlunun gönül macerasını bilen yaşlı kaptan onun kızı görmek uğruna gemiyi parçalayabileceğini düşünerek kabul etmez.Aralarındaki tartışma öyle çetin bir kavgaya dönüşür ki,yaşlı kaptan tam kayalıklara çarpacaklarını sandıüı anda,bir kürek darbesiyle oğlunu denize atar.O an,denizin çarşaf gibi dümdüz,rüzgarsız bir koya açıldığını görür ama,iş işten geçmiştir.Tepedeki kayalıkların üzerinde sevgilisinin gelişini bekleyen Belcekız,onun öldüğünü görünce kendini kayaklardan aşağı bırakır.O günden sonra,güzeller güzeli Yörük kızının canına kıydığı koya Belcekız,genç kaptana mezar olan diğer koya da Ölüdeniz adı verilir'' syf.228

Nehir ve Deniz'in tanışmaları,yaşadıkları süreç ve evlenme dönemlerine dair birşey paylaşmak istemiyorum açıkçası bu postta.Hala okumayanlar okuma kararı alırlarsa,yaşayacakları heyecanın büyüsü bozulmasın istiyorum çünkü.Aslında aşk dışında çok önemli bir konuya daha ev sahipliği yapmış olan bu kitabın diğer penceresinden bahsetmek istiyorum daha çok.Organ nakli...Şuana kadar kaçımız bunu düşündük,kaçımız olumlu bakıyoruz ya da kaçımız islami değerler doğrultusunda eleştirel yaklaşıyoruz bilemiyorum ama bu kitapla belki de birçok insanın fikrinin değişeceği kanısında olduğumu belirtmek istiyorum.Öncelikle kendimden yola çıkarak...O an için karar verilmesi güç bu durumun,hele ki bağışlayacağımız organlar sevdiğimize (eşimiz,ailemizden biri) aitse ne denli zor,iç kanatan ve çıkmaza sokan düşünceler bulutu yaratacağını bir bir işlemiş Canan Tan ve aynı zamanda da okuyucuya hissettirebilmiş.En acı günümüzde vermek zorunda olduğumuz bu kararın içinden hangi düşünceler ile çıkılabileceği konusunda da çok önemli bir yol açmış.En acı günümüzde vermek zorunda olduğumuz diyorum çünkü kitapta öğrendiğim kadarıyla,kalp nakil işlemi için 5 saat;karaciğer 8-12,böbrekler ise 18 saat dayanabiliyormuş.Organ nakli ile ilgili bu kitaptan da alıntı yaparak daha geniş ve tek odaklı bir yazıda detay paylaşacağım.

Adım adım organ naklinin işlendiği,farklı vücutlarda nasıl reaksiyon gösterdiği -ki özellikle kalp nakli kısmı beni çok ama çok etkiledi- nakil sonrasında alıcı ve verici yakınlarının karşılaşması durumu,bir bedene yeni bir hayat sunabilmenin mutluluğu çok ama çok etkileyiciydi.
Hem organ nakline ait hem de kitap başlığını vurgulayan ve etkileyici bulduğum bir bölüm daha paylaşarak postumu noktalamak istiyorum;
''Ne zaman durur kalp?''
''Duruma göre,6 saatle 48 saat arasında değişebilir bu süre.Kişinin fizyolojik özellikleri,beyin hasarının büyüklüğü bu süreci etkileyebiliyor.Tüm organlar birer birer islas ederken kalp mekanik bir pompa gibi,bedeni yaşatıyor.''
''Yani...en son yürekler ölüyor!''
''Aynen öyle.Buradan alınacak önemli bir mesaj var.Kalbin işlevini durdurmayı sona bırakan Tanrı, 'Arada ki zaman zarfında organları kurtarın!' diyor bize.'Kurtarılan organlarla sönmeye yüz tutmuş bedenlere can verin' diyor.'' Syf.259
Sevgiler...

8 Eyl 2010

theREBOUND

Yokmuş...
Bir kadın;iki çocuğu var ve bir gün çok mutlu sandığı evliliğinde,aldatılmak gibi bir sorunla karşı karşıya kalıyor.Çocuklarını alıp başka bir şehre gidiyor ve yeni bir hayata adım atıyor.Yeni bir çevre,yeni bir iş...Çocukları için bir bakıcı gerekiyor,tam da o sırada 25 yaşlarında,düzenli ve meslek edinmesi için baskıcı bir aileye sahip,ünv.mezunu olmasına rağmen arkadaşının cafesinde çalışmaktan keyif alan bir genç erkekle karşı karşıya kalıyor.O erkek,çocuklarının bakıcılığını yapmaya başlıyor...Birkaç saat,yarım gün,bir gün derken çocuklarla müthiş bir dialog kuruyor,kendisine gelen onca iyi iş teklifini sırf kadına yardımcı olması gerektiğini düşündüğü için geri çeviriyor...Ve filmi izlerken beklenilen o yakınlaşma dialogları,bir dans ve arkası...Birden içine alıyor film bana göre izleyiciyi,duygusallığın ve aşkın doruğuna taşıyor.Yer,mekan,koşullar...'Tesadüf diye birşey var' dedirtiyor ard arda gelişen hisler ve götürdüğü yoğun ruh durumları...Derken bir gün kar yağdığında büyü bozuluyor aniden;kadın bu şekilde olmaması gerektiğini,ona uygun olmadığını,henüz 25 yaşında olduğunu vs vs...sıralıyor arka arkaya...Aradan kocaman 5 yıl geçiyor,erkek dünya turuna çıkıyor;birçok ülkeyi dolaşıyor ve bir erkek çocuk evlat ediniyor.Kadın işinde ilerliyor,kademe atlıyor.Bir gün bir restaurantta karşılaşıyorlar...O sahneden sonrası o kadar gizemli ve özeldi ki...5 senenin birşey farkettirmediği anlaşılıyor kısaca,sadece koca bir zaman geçmiş,sosyal anlamda birşeyler ilerlemiş fakat kalpte kalan duygular sadece yok yere bekletilmiş...

Sonuç itibariyle elleri birleşiyor oldukça güzel bir şekilde ama araya girmiş 5 senenin kaybını geri getiriyor mu bilmem...Aşk'ın ne yaşı;ne zamanı;ne bekletilecek kadar hapsedilmeye ihtiyacı yokmuş dedirten,konu itibari ile belki biraz sıradan ama verdiği mesajın uyandırdığı duyguyu hissettiğinizde yanınızda olanı ya da olmasını istediğinizi sıkı sıkı sarıp sarmalatacak kadar coşkulu hissettiren başarılı bir yapım olmuş.Ruhu AŞK'a açık olan herkesin izlemesini tavsiye ediyorum...


NOT:yanınızda her daim olmasını istediğiniz erkeğe/kadına sahip çıkın;gittiğinde değil de sizinle olduğunda değerini görmeye çalışın.Araya giren o saçma zamanlar o kadar fazla şey atlatıyor ki insana,telafisi olmuyor geçmiş zamanın ve di'li bir zamanda kısa da olsa yer almanın burukluğu bence hiç gitmiyor.AŞK sahip çıkıldığında güzel,caddede yanında ki kişinin dudaklarına yapışabildiğinde ve hatta buna bakan yaşlı bir çift göze,umursamaz ama içten bir gülüş atabilmek kadar güzel...O an içinden masum birşey geliyorsa ve 10 dakika sonra keşke diyeceksen;neden zamanında yapmayasın ki?

3 Eyl 2010

Son Perde

Kime neyi anlatmaya gerek var ki şuan şu dakika...
Hoyratça savrulan kelimeler bu kadar ortadayken kime neyi anlatmaya gerek var satırlarda?

Sanki bir film sahnesinin hiç karşılaşmamış gibi duran kahramanlarıyız seninle,ne rolümüz belli ne repliğimiz.Adımlayabildiğimiz kadar varız ve kendimizi ifade edebildiğimiz kadar kelimelerimiz...Sahne kapandığında olabildiğince bir suskunluk perdesi inerken dudaklarımıza,diğer sahneye geçer geçmez fütursuzca dökülüyor kelimeler günahlarımızla.Hangimizin daha çok günahı var bilemedim şimdi,hangimiz daha masum ya da hangimiz daha çok...Bir saniye hangimiz diye birşey var mıydı?Biz dediğimiz şey tekillere düştüğünden beri 'evet' vardı.Yoksa tüm sırlarımız ortaktı BİZ'im ve işlediğimiz her suçun arkasında durabilecek kadar heybetliydi görüntümüz...Ama BİZ'ken...

Şimdi madem bir film karesinin son sahnesinde son perdenin iplerini/iplerimizi çekiyoruz kendi ellerimizle ayrı karakterlerimizle;son bir defa ama son bir defa BİZ olalım...
İnat dedin ya bir repliğinde;işte tüm yaşanmışlıklara inatla...

Özetle...

Özetle;
bugün gülümsemelerim üzerimde nedeni var-yok kime ne?
Bir zaman gelmiş geçmiş;bir hikaye yaşanmış bitmiş,giden seçimini yapmış ve gitmiş...Şimdi kalan...Kalan sahalar kimin?

O çok sevdiğim pembe,kardanadamlı,kışı anımsatan ve belki de kışın gelmesi için yoğun enerji yükleyen kupamla kahve içiyorum.Tadı eskilerden kalma,biraz özlem dolu biraz buruk ama kokusu aynı güzellikte ve beni benden alıp götürebilecek kadar derinlikte...Özlemişim...

''...uzun bir yola çıkmış ve heyecan dolu;saçlarının hafif sarı tonlarını iyice sarılaştırmış ve oldukça da zayıflamış;yine atraksiyon yaşamış ama bu defa biraz hoyrat davranmış,deli-dolu,hırçın,eskiye nazaran daha hırslanmış...
Çıktığı yoldan valizine umut yüklemişken;gittiği yerde umutları ile söz verilmişliğin ertesi güne yansımasının ve bir kaç sms yıkıntılarının tesirini yer değiştirmiş...Olabildiğince inatçı adımlarla başlangıç noktasında yerini almış...
Hala tatlıßirşurup tadında:) Biraz ama çok az daha büyütmüş içinde ki çocuğunu ve şimdi tüm gelen günlere,gecelere merhaba derken...

Veda ettiklerine biraz hüzün dolu,buğulu,sancılı bir Alohaa ! ''

''qizlenmiş yaşanmışlıklar dahi,verilen sözlerin kandırılmış utangaçlığının üstüne geçemez.''
Ve hala varsa bir yerlerde sevgi kırıntıları ya da mutluluğa dair birkaç adımlık umut...
Beklemeden atılmalı...